En tırstığım dönemlerden birine çaktırmadan giriyoruz sanırım.
Aslında bir çok şey gibi bu konuda da bir hayli araştırdım, hatta sanırım en sık karşılaştığım makale ve blog konularından biri bu diyebilirim.
Çocuk büyütürken, olabildiğince duygusal davranmamak gerektiğine inanıyorum.
Bir çocuk sizi çileden çıkarabilir, bir çocuk size gıcık oluyor hatta herşeyi sırf size gıcıklık olsun diye yapıyor sanabilirsiniz.. Yani eğer duygusal davranacak olursanız, genelde böyle sinir bozucu şeyler hissedebilirsiniz, türlü paranoyalarda boğulabilirsiniz.. sakinleşmekte zorlanabilirsiniz.
Ancak işe teknik açıdan bakmak, sizi güçlendirecektir.
2 yaş sendromu, yürümeye başladıktan sonra kendine güveni yerine gelen veledin, sınırlarını zorlamayı denemesi ve hele ki biraz da konuşuyorsa özgürlüğünü ilan etme ve kişiliğini keşfetmeye başlaması dönemi olarak özetlenebilir.
Okuduğum kadarıyla 2 yaş sendromu genelde 18. aydan itibaren her an başlayabilirmiş. O yüzden ben de 18. aydan beri tetikteyim. İşe bakın ki, çocukların anneye en düşkün oldukları ve ayrılma kaygısının tepe noktasına ulaştığı devre ne zaman dersiniz: 18. ay.
Çocuk hem içinden taşan özgürlük isteği ve motivasyonla herşeyi denemek, dokunmak ve yaşamak istiyor, hem de annesinden uzaklaştığını her farkedişte korkunç bir dehşete kapılıyor.
(Yazıkkkk.. ya çok zor insan evladının büyümesi.. hep diyorum, bu zorlukları iyi ki hatırlamadığımız bir döneme gömüyoruz, yoksa hatırlasak her gece kabus görürüz kesin.)
Benim sevgili oğlum, 10.5 aylık yürüdüğü için, ayrılık kaygısı daha erken başladı. İnanın, 10 aydır ben okaliptüs, oğlum koala, sürekli boynuma sarılmış şekilde yaşıyoruz. Bu kaygı gece uykularından sıçrama ve çığlıkla uyanma noktasına kadar geliyor, özellikle 15-19 aylar arası.
Hala konuşmamakta direnen oğlum, son 1-2 aydır en ufak bir itirazı bile kaldıramıyor. Elinden birşeyi aldığım anda öyle bir yıkım şeklinde ağlıyor ki, sanırsınız ki dünyası başına yıkılmış, katılana kadar gözyaşlarına boğuluyor.
Diyelim ki benim gitmemi istemiyor, hemen avaz avaz ağlamaya başlıyor, evde bir iki tur koşup, kendini antrede yere atıp ağlıyor. Ama o sırada değişik bir oyuncak gösterin ve şoke olun: Hiç bir şey olmamış ve 3 dakikadır kuduran o değilmiş gibi sakince yerden kalkıp gelip o tanımsız cisimle ilgilenmeye başlıyor.
Dolayısıyla şimdilik en kestirme çözüm, ilgisini başka şeylere çekmek. Ancak biraz daha büyük çocukları olanlar, bir kaç ay sonra bunun işe yaramayacağını söylüyorlar. Ben henüz deneyimlemedim.
Mutfak çekmecelerini uzuuun zaman önce düzenlemiştik: Karan'ın boyunun erdiği yere kadarki dolap ve çekmecelerde olabildiğince risksiz şeyler var, plastik kaplar, bulgur pirinç gibi erzak, çay kahve, plastik servis kaşıkları vs.
Karan'ı bu erzak çekmecesinden uzak tutmama imkan yok, boy boy kapaklı kutular, makarna paketleri ve konserveler acayip ilgisini çekiyor. Ancak nice sonra farkettim ki, o dolabı özellikle vanilya paketleri yüzünden o kadar karıştırıyormuş. Kokusuna dayanamıyor, mama gibi koktuğu için çok seviyor. Hatta vanilyaları açıp döküp tadına bakarken yakalayınca kıyametler koptu tabi.
Bu tür deneyimlerde 2 yol var: ya sürekli çocukla "hayır" diyerek inatlaşacak ve savaşı kazanmayı umacaksınız. Ya da bir süre orayı özgürce kurcalamasına izin verip sıkılmasını bekleyeceksiniz. Başlarda bir süre "hayır" demeyi seçtim ancak bu Karan'a hayır kelimesini ve itiraz etmeyi öğretmekten başka bir işe yaramadı. Hatta inatlaştığım zaman, "inat" duygusunu beslediğimi ve güçlendiğini farkettim. Bir çocukla boşuna inatlaşmayın, kesinlikle kazanacaktır. Kazandıkça da kazanmanın tadını alacak ve daha da çok şeyde inatlaşacak. Hem de en delirtircesine inatlaşacak sizinle.
Ben de hemen bir manevra yaptım, 2. yolu seçtim, gelin sonuçları anlatayım.
Bu çekmeceden öncelikle vanilyaları aldım başka yere koydum ancak ne kadar silip düzenlesek de, kokusu bir süre daha kaldı. O yüzden hep o vanilya umuduyla hala karıştırmaya devam ediyordu. Açık olan yarım paket makarnaları ve erzakları da başka yere aldım, çünkü doğrudan herşeyi yeme durumu var. O çekmeceyi çaktırmadan, gün be gün olabildiğince sıkıcı hale getirdim. Yaklaşık 10 gün sonra o dolapta Karan'ı heycanlandıran hiç birşey kalmamıştı. Kapalı konserveler, yırtamadığı paketler, kilitli kutularla mücadelesi kısa sürdü ve hemen çay kahve dolabına odaklandı.
Erzak dolabını kurtardık. Gelelim çaylara..
Poşet çayları tek tek açma ve demlik poşetlerini üst şeffaf kapaktan görüp, ancak bir türlü kutunun kilidini açıp ulaşamama.. bir çocuk için ne heyecanlı bir aktivite yarabbim.Hele ki çay kutusunu alıp kaçabilirse, aldığı hazzı görmeniz lazım. Ancak çok kısa sürede kilitleri açmayı da öğrendi. Ve sonrası çok ilginç! kilitleri açmayı öğrenince, hevesi kaçtı. Bir daha o kutularla pek ilgilenmedi.
Plastik kapların olduğu dolapları dağıttığı gibi toplamayı bile öğrendi.Çünkü ancak toplarsa oynayabileceğini belki 38 kere anlattım. Eh işte çabam bir süre sonra sonuç verdi.
İşte bahsettiğim teknik bu:
İnatlaşmadım, kısmen izin verdim ve yönlendirdim. Çoğu zaman işe yaradı. Şimdi arasıra yine o dolapları açıp bakıyor, hani olur ya değişik yeni bir şey varsa diye. Ancak çoğu şeyi karıştırmadan şöyle bir elleyip bakıp geri kapatıyor :)
Bence olabildiğince izin vermek, çocuğun daha çok şey deneyimleyip daha çok şeyi daha kısa zamanda kavramasına ve olgunlaşmasına olanak veriyor. Tehlikeleri minimize edip, limitli veya yetişkin kontrollü özgürlük verildiğince çocuk daha sakin ve daha olgun davranıyor. Gerçekten açmaması gerekiyorsa, o çekmeceleri ve dolapları kilitlemek şart.
Tabi her çocuk çok farklı ve her annenin endişe konuları ve düzeyleri değişik. Çocuk büyütmek evet zor. O yüzden herşeyi bir an önce öğrensin ki büyüsün, işler kolaylaşsın değil mi :)
Herkese kolaylıklar ve sabırlar diliyorum..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder