25 Ekim 2013

Erkek Çocuğunu "sürüden ayrı" Büyütmek..

Büyütebilmek.. Sürüden uzaklaştırmaya çalışmak..

Başarabilir miyim bilemiyorum ama çok uğraşacağımı biliyorum.

Peki ne demek "sürüden ayrı" olmak?

Son zamanlarda okuduğum kitaplardan biri "Oğlunuzla Konuşmalar".

(not: Aslında bu yazının taslağı 1-2 ay önce atılmıştı, kitabı çok önce paylaştığım için şaşırmayın diye belirteyim)

Erkek çocuk sahibi olan herkese Oğlunuzla Konuşmalar kitabını öneririm.
Kitabın ana fikri olan Sürü kurallarına gelince:

-erkekler ağlamaz
-erkekler güçlüdür
-erkekler için skor önemlidir
-erkekler rekabetçidir
-erkekler serttir
-erkekler sevgi göstermez
-erkekler duygularından bahsetmez.
-erkekler araba, maç, teknoloji vs ilgilenir.
-erkekler şöyle erkekler böyle..
...

Daha aklıma gelmeyen onlarcası.  Özellikle bizim ülkemizde çok ağır yükleri var erkeklerin. Kızların güçlenmesi, "erkek gibi" kız olması kimseyi rahatsız etmezken, güçsüz bir erkek yadırganır, "yumuşak" adledilip dalga geçilir nedense. Kadından insani şeyler talep edilirken, erkekten insanüstü özellikler beklenir. Kız çocuklarının da erkeklerle ilgili algısının bu yönde "insani beklentiler" ile sınırlı geliştirilmesi lazım tabi ki, yoksa kimse mutlu olmaz ki. Kadınlar erkeklerden bu sürü özelliklerini beklemeye devam ederse, erkekler de uymak zorunda kalacaklardır tabi ki. O yüzden bu, tüm sistem içine yerleşmesi gereken bir ilerleme bence.

"Sen erkeksin, istediğini git ve al!" tarzında güçlü mesajlar veren bir sosyal öğreti sözkonusu olduğunda haksızlıkların, sokak kavgalarının, mobbing'in, futbol fanatizminin ve hatta tecavüzlerin olması normal değil mi?

Kitabın yazarı Dr. Mary Polce-Lynch gelişim psikolojisi uzmanı ve psikoterapist olduğu için kitabın neredeyse tamamı gerçek örnek vakalardan oluşuyor. Tacizlerin çok önemli oranında suçluların, "hayır dedi ama aslında o da istedi" şeklinde, çok içten ve yürekten inanılarak yapılmış savunmaları olduğunu söylüyor ve aslında bu egoist kişilerin çok sıkı sürü kuralları olan çevrede büyümüş olduklarından bahsediyor. Ve istedikleri herşeyi yapabileceklerine inanan, sınırlarını bilmeyen kişiler oldukları için, bu hataları yapıyorlar.

Akademik bir dille size bunları izah etmek benim için zor, o yüzden kitabı kendiniz mutlaka okuyun derim. Ama ben ne anladım ve hayatıma ne şekilde bu deneyimleri soktum tabi ki ondan bahsedebilirim.

Daha doğumdan önce hazırlanırken bile, renklere çok takılırız. Kızlara pembe, erkeklere mavi. Bu renklerden uzak bir oda takımı bulmakta bile çok zorlandım. Neyse ki turkuvaz ve turuncu renklerinde dekore etmeyi zar zor başardım.

Erkektir aman bebekle oynamasın demem, arkadaşının bebeğine biberonunu verip "anne bak baba oldum" dediğinde, aferin oğlum diyorum. Çünkü bu hayatın ta kendisi, gerçekten de baba olacak ve bebeğini biberonla besleyecek bu çocuk sonuçta. Geçenlerde Ikea'da mutfak tezgahı modeli bir oyuncak vardı, oğlum üzerindeki bardakları tabakları zevkle yıkadı hayali musluğunda, "fışşşş fıııışşşş" diye su efektini ihmal etmeden. Mutlaka bir gün kendi evinde yalnız (veya biriyle paylaşarak) yaşayacak ve bu işleri yapacak bu küçük adam.

Kaçamadığı erkeksi şeyler o kadar fazla ki zaten, arabalar, savaşçılar, bisikletler motorlar, belki ben olsam ben de sıkılırım o kadar sıklıkta sürekli aynı konulara maruz kalmaktan.

Benden çilek istediği zaman, mutfakta lavaboya bir tabure çekiyorum, kendisi yıkayıp hazırlıyor. Meyveli süt istediğnde muzları plastik bıçakla kesiyor, karıştırıcıya atıyor, sütünü döküyor ben sadece düğmesine basıp bardağa alıyorum. Aslında o da sesinden ürktüğü için. Elimi tutup gözlerini kapatıp çırpmanın bitmesini bekliyor. Baktı bitmiyorsa içeriye kaçıyor.

Bir yeri kirlettiğinde, bezle kendisi temizliyor, olmazsa üstünden ben geçiyorum ama olsun, yaptıklarının, isteklerinin sorumlusunun kendisi olduğunu anlamasına farketmesine uğraşıyorum mümkün olduğunca ve tabi yaşına uygun şekilde. Bana fasulye ayıklarken de yardım edebilir, babasına kapıyı tamir ederken de.. Bu deneyimler sayesinde tek yönlü olmaktan uzaklaşıyor bence.

Savaşçı değil uzlaşmacı bir kişi olması için uğraşırım her zaman. Sana vurana sen de vur devri geçti. Artık o eski babayiğitlerden bulmak pek zor, yumruğuna güvenenlerden kalmadı. Manyak doldu her yer, belinde silah, kanında kimyasal vs. o yüzden baktı konuşarak anlaşamıyor, mümkünse ortamdan uzaklaşmasını tercih etmesini telkin ederim. Eskiden  bir eve hırsız girse, evin erkeği tekme tokatla etkisiz hale getirip polise götürse kahraman olurdu, şimdi neredeyse suçlu oluyor. Değmez çocuğum derim, değmez. Dön arkanı uyu alsın gitsin hırsız ne alacaksa derim. Tabi büyüdükçe derim şimdi daha küçük, pek anlamaz :)

Ama biliyorum ki büyüdükçe bir çok öğüt vereceğim ona, "sürüden olmasın" diye.

Erkekler ağlayabilir oğlum derim. Ağla bazen, ağla ki biri karşında ağlarken onu anlayabilesin. Ağlamakla ne azalırsın ne çoğalırsın. Kadına has birşey değil bu. İnsana ait birşey. İstediğin kadar ağla.

Kimse seni saygıyla sevgiyle anmadıktan sonra, kimse için değerin olmadıktan sonra madalyaların bir önemi yok. Kaç kadın girerse girsin hayatına, kötü izler bıraktıktan sonra sakın skora bakıp adam oldun zannetme. Hayatına giren herkese teşekkür borçlusun derim. Çünkü bir gün bir bakacaksın ki seni sen yapan ne varsa, hep o kişilerden kaptığın paylar.

Rekabet haklı, adaletliyse ve öfkeyle,kavgayla sonuçlanmıyorsa, belli ölçülerde iyi birşeydir, insanı motive eder, kendine zor rakipler seç ki gelişebilesin. Çabalamadan kazanacağın yarışlar seni geliştirmez, sadece basit bir züppe yapar derim.

Seven, ama o sevgiyle ne yapacağını bilemeyen adamlardan olma derim. Ego süzgecine takılan sevgilerin kimseye değer katmadığını, aksine insanı içten içe çürüttüğünü bilmesini isterim.

Duygusal olmanın içini açarım oğluma: Duygusal dendiğinde genelde kolayca hüzünlenen, kolayca gözleri dolan anlaşılır. Hayır; öfkesini, kıskançlığını, sevgisini, hüznünü, aşkını, ihtirasını yönetememektir duygusallık. Duygularını yönetememektir. Öyle salt sulu gözlülük değildir yani. Tabi ki herşeyle başedebilmek kolay değil, bunun farkında ol derim. Derim ki, duyguları bastırmak değil asıl taşımak zordur, onları yaşamayı, makul şekilde yönetmeyi öğren. İster öfke olsun ister sevinç. Hepsini severek kabullenerek taşı. Altında kalma, doya doya hisset yaşa derim.

Her devir birşeylerden dertlendi ya da şikayet etti, her zaman bir nesil diğerini eleştirir. Ama çok eminim ki bazı şeyler değişti bizim nesilde. Çünkü anneler yoğun şekilde gelişiyor ve bilinçleniyor. Çocuklarımız aynı devrin gençleri olarak umarım öncekiler kadar yolunu bulmakta zorlanmaz.

Sürü kuralları mı değişir yoksa "sürüden ayrı olma" trendi mi zenginleşir bilmem ama iş ailede başlıyor ondan eminim. Eskiden "oğlan anaları" diye bir genelleme bile vardı bakıyorum, bu önyargı oldukça kırıldı.
Umarım bu cinsiyetçi yaklaşımlardan bizim çocuklarımız nasibini almadan sıyrılırlar. Sürüleşmeden, duygusuzlaşmadan, insanlıklarından acı çekmeden mutlu olabilirler, umarım.




Hiç yorum yok: