7 Kasım 2013

Artık resmen bir (çocuk ama) birey var hayatımızda!

Artık Karan büyüdü, evde bebek yok, bildiğin bir çocuk var!

Ne isterse ona diretiyor ve kendince oldukça haklı sebepleri var.

Mesela saatler alındıktan sonra hava temelli erken kararmaya başlayınca 6-7 ay öncesini hatırlamadığı için  "gece erken olursa baba eve nasıl gelecek" diye endişeleniyor veya
"ikiniz dışarı çıktığınızda kaybolmanızdan korkuyorum" vb gibi cümleler ile bizi şaşırtıyor.
(çünkü biz yol tarif ederken falan deriz ya, şu yoldan gittik kaybolduk o yoldan gitmeyin vs diye, onu duyduğu için,, ilginç değil mi)

Ağzımızda sanal bir süzgeç var sanki, her lafımıza dikkat etmeye çalışıyoruz. Dikkat ediyorum değişik tabirler duyduğu zaman ciddi ciddi tekrarlıyor içinden sessizce fısıldıyor! Ve başka bir benzer durumda pat diye kullanıyor, gözümün içine bakarak, "doğru mu kullandım" der gibi..

Geçenlerde  "off ne aptal adamsın!" dedi birine.. neyseki, Türkçe bozuktu daha, anlaşılıp kimseyi üzmedi.. Ama bizden bunu nasıl öğrendi diye ben bir hayli kafaya taktım..

Çekmecelerini düzenlemek ve mevsime uygun olmayan şeyleri kaldırmak zorunda kaldım. Zira hemen hemen her zaman kıyafetini kendisi seçiyor. Renk uyumu olmasa da ses çıkarmıyorum. Bu da onun tarzı napalım :)

Sevdiği ve sevmediği şeyler genelde netleşti ve pek sık değişmiyor: yemekler, içecekler, yerler, arkadaşlar (!!)

Herşeyi ama herşeyi kendisi yapıyor! Öldürsen müdehale edemessin, hele et "yapamazsın bana bunu yapamazsın" diye isyan ediyor. Dolayısıyla sabah 7 de kalkıyoruz ama evden 9.15 gibi çıkabiliyoruz. Çünkü kahvaltısından, diş fırçalamaya, çorabından saçına herşeyiyle kendisi hazırlanıyor ve tabi ben ağır çekim izler gibi hissetsem ve baygınlık geçirsem de "tamaaaam bekleee" demiyor mu; bekliyorum mecbuuuur!!

Bi yandan da hoşuma gitmiyor mu?? bayılıyorum o hallerine!! minik elleriyle macunu fırçaya koyup istisnasız her seferinde "çok mu bu" diye onay almasına, veya çorabının topuğunu topuğuna denk getirmek için 4 dakika uğraşmasını izlerken, kendi acizliğimizi hatırlıyor, insan aslında ne kadar çaresiz doğuyor, biz de öyleydik bu işlerde vaktinde diye düşünüyorum..hiç hatırlamadığım acılarımla yüzleşiyorum, ne zormuş büyümek kimbilir diye..

En ufak bir sürtüşmede didişmede kalbinin kırıldığını gözlerinde okuyabiliyorum artık.. Eskiden öyle değildi, anlamazdı bile beni kızdırdığını.. Şimdi "neden kızıyorsun" der gibi hayal kırıklığı ile bakabiliyor taaa içimde bir yerlere.

Eskiden daha az önemserdim gördüğü şeyleri, maruz kaldığı olayları, her ne kadar dikkat etsem de çoğu anlamadan geçip giderdi. Şimdi trafikte birine sinirlensem dur diyorum kendime, şuan yaşadığın şeyden bir tepki öğreteceksin çocuğuna. Dur ve düşün doğru davranışı. Belki bir yanlışa son vermek böyle birşeydir toplumda, diyorum.

Biz dikkat etmesek de, o dikkat ediyor, paylaşmayı unuttuğumuz şeylerden bir pay kapıp paylaşıveriyor, bir heyecanı bir üzüntüyü ya da bir haberi! Evde birşey bulamasam eşime sorsam "ben görmedim" derse, Karan dönüyor "ben de görmedim aramana yardım edeyim mi" diyor..sanki ona soran oldu dimi :) yerim!!

Kazara "ah benim bebeğim" desem, "bebek değil bebek değil, çocuk diceksin" diye azarlıyor beni. "Haklısın" diyorum. Ben onu ilk günkü bebeğim gibi hissetsem de o artık bebeğim değil, kabullen Pınar ve devam et çocuğunu dinle!

Yapmak istediği şeyleri "yapamazsın daha küçüksün" dediğim o kadar az şey var ki,, mesela arabanın ön koltuğuna oturmak gibi gerçekten ciddi konular dışında, bu cümleyi pek sarfetmiyorum ve nefesimi tutup yapmasını izliyorum. Bazen düşüyor, bazen kırıyor döküyor bazen yanılıyor. Ama hiç ses etmiyorum. Hele parklarda, resmen elim yüreğimde gık demeden duruyorum, ne hareketler ne akrobasi amanınnn,!!

Çünkü yaşamadan anlayamaz, yaşamadan öğrenemez. Finding Nemo'da, baba Marlin okul veda anında uzun uzun sarılıp veda etmeyi unutunca "dad! now you can let go" diyen Nemo gelir aklıma hep: Korumam gereken sınırı biliyorum, fazlasını yaparsam kendi sınırlarının farkında olmayan, neyi neden yaptığını bilmeyen, muhakemesi zayıf, "ana babasının izinde ama kimsesiz" bir birey olur. Kimsesizlik ana babasızlık değildir, "kendin" yoksan düpedüz yalnızsındır, kimsesizsindir. Ona ne kadar değerli olduğunu anlatmıyorum ama çok değer veriyorum, her an'ına ve her isteğine saygı gösteriyorum ama başkalarının da istekleri ve ihtiyaçları olacağını izah ediyorum. Çünkü hiç durmadan "sen şöylesin sen böylesin" demem onu ancak pohpohlar.. Özgüven ve özdeğer arasındaki farkı farkettiğim andan beri tüm odağım bu konuda bu gerçekten.

Çocuğunuz büyürken şu naçizane tavsiyemi hatırlamanızı isterim: çocuğumuz 100 hareket yapıyorsa, dışarıdan yalnızca sivrilen 10 hareketi görülür ve bir şekilde o %10luk kısıma yorum yapılır, olumlu ya da olumsuz. Ama anne olarak siz 100 şeyi de aynı anda görür ve her adıma bayılırsınız. O yüzden 3 yaşından sonra daha bir güveniniz gelir kararlarınıza, annelik tarzınıza, ve eleştirilere kapalı olur gerçekçi olmaya başlarsınız birden bire. 

En keyifli ama zor zamanlar da bunlar gerçekten..Çocuğu kendi kendine bırakmaya başladığımız zamanlar..

Bu yazı bitmez sabaha kadar, siz anladınız beni işte..






Hiç yorum yok: